Genel | 12 Temmuz 2016 | Yorum yok | Paylaş: Facebook - Twitter
Kilo fazlalığı yüzünden sağlık sorunları yaşayanlar, yaşam kalitesi düşenler, özgüven kaybı yaşayanlar; hatta fazla kiloların neden olduğu psikolojik sorunlarla boğuşanların artmasıyla son yıllarda sıkça gündeme gelen bir konu, obezite.
Tıbbî bir durum olarak değerlendirilen ve kısaca; uzun süre, ihtiyaç fazlası kalori alımı sonucunda, vücutta fazladan yağ depolanması olarak tanımlanan obezite, ülkemizde çok eski bir geçmişe sahip değil. Aslında dünya tarihine bakıldığında, obezitenin bir sorun olarak algılanması da yeni sayılır.
Eskiden batı toplumlarında da, tıpkı bizde olduğu gibi, etli butlu ve al yanaklı olmak, sağlıklı ve güçlü olmanın belirtisi sayılıyordu. Fakat sanayi çağının gelişinin ardından, estetik algıların değişmesi, etine dolgun görünmektense zayıf görünmenin güzel olduğu anlayışını ortaya çıkarttı. Daha sonrasında ise kilo fazlası; kalp-damar rahatsızlıkları, yüksek tansiyon, kolesterol gibi sağlık sorunlarıyla ilişkilendirildi. Tip 2 şeker hastalığının da aşırı kilolu olmakla ilişkili olduğunun ortaya çıkmasıyla toplumlar, obeziteyi bir sağlık sorunu olarak algılayıp çözüm üretmeye koyuldular.
Yıllardır süren ve devam eden araştırmalar, her alanda obezitenin nedenlerini arayıp fazla kilo sorununa bir çözüm bulmaya çalışa dursun; ortada çok net ve şaşırtıcı bir gerçek var: İnsanlık tarihinde ilk defa bizim çağımızda kilo fazlalığı, yüksek gelir düzeyine sahip insanların sorunu olmaktan çıkıp orta ve düşük gelir düzeyine sahip insanların sorunu hâline geldi.
Ülkemizde ise durum pek iç açıcı değil. Yavaş ya da hızlı, şartları bir şekilde iyileşen ülkemizde, beslenme ve yaşam tarzı konusundaki bilinçsizlik, kilo sorunlarıyla mücadeleyi oldukça zorlaştırıyor. Türkiye, kişi başına tüketilen kalori miktarı ortalaması bakımından, dünyada 15. sırada. Dünyanın en zengin ülkelerinden İngiltere, İsviçre, hatta Japonya gibi ülkelerin bizden oldukça gerilerde olduğunu ekledikten sonra oldukça iştahlı bir halk olduğumuzu söyleyebiliriz sanırım.
Tabloda Türkiye’den geride olan birçok ülkenin, kişi başına düşen yıllık gelirde, Türkiye’den daha ön sıralarda olması, fazla kilolu olmakla gelir düzeyinin doğrudan ilintili olmadığını ortaya koyar nitelikte. Ayrıca, beslenmenin niteliği, sorusunu akıllara getiriyor. Bir kutu gazlı içecekte yaklaşık 300 (kilo) kalori ve büyük boy bir paket cipste 500-600 kilo kalori olduğunu düşünürsek, kalori almanın zor bir iş olmadığını anlarız. Günümüzde zor olansa, nitelikli ve dengeli beslenmek.
Toplumumuzda beslenme bilincinin zayıf olması, spor yapmanın “angarya iş” olarak görülmesi gibi nedenler, sorunu çözmeyi zorlaştırıyor. Konuya, yalnızca estetik yönden yaklaşılması da insanları şok diyetler gibi, kısa vadeli ve çözdüğünden çok sorun yaratan yöntemleri kullanmaya itiyor.
Ancak yavaş da olsa ülkemizde de gelişmeler olduğu ortada. Sağlık otoriteleri, gıdalarımızın niteliğini tartışıyor. Belediyeler, şehirlerde bisiklet yollarının yapılması gerektiğinin farkına vardı. Bir ulaşım aracı ve insanların hareketli bir yaşam sürmesine olanak sağlamak için, bisiklet kullanımının artmasını teşvik edecek yöntemler tartışılıyor. Park-bahçe sayısı arttırılıyor ve bunlara egzersiz aletleri yerleştiriliyor. İrili ufaklı ve çeşitli bütçelere hitap eden spor salonlarının sayısı artıyor. Gelişme, yeteri kadar hızlı değil, olması gereken düzeyde de değil. Ama konunun, bilim insanları ve şehir yöneticileri düzeyinde ele alınıyor olması hem konunun ciddiyetini hem de soruna yaklaşımın değiştiğini gösterir nitelikte.
Şimdilik, sağlıklı yaşamak ve kilomuzu korumak için, ortalama bir Avrupalıdan daha fazla çaba harcamamız gerektiği açıkça görülüyor. Ancak yine de sağlınızı ve kilonuzu korumak için verdiğiniz mücadelede yalnız değilsiniz. Bir parkta yürüyüşe ya da bisiklet sürmeye çıktığınızda, sizin gibi sağlıklı yaşam tutkunlarını görünce, ne kastettiğimi anlayabilirsiniz.
Sağlıklı ve fiziksel etkinlik dolu bir yaşam sürmeniz dileğiyle.